ÖYKÜ-DENEME

18 Aralık 2010
Yeni bir yıl daha geliyor. Yalnızlıgın reenkarnesi. Bu ıssızlık, bu konmamışlık. Birşeyler yapmak istemekle istememek arasında kalmak. eline kitabı almak, düşüncelerinden kaçamayıp gözlerini görüntülere teslime etmek. Daha kaç yıl böyle geçecek bilememek. Bir tılsımın gelip düşüncelere oturuvermesi. Mitleri kaybetmiş olmanın dayanılmaz huzursuzlugu. Mitleri yakalamak için yeniden işaretleri okumaya çalışmak. Çok olmasa da eskiden bildiği duyguya el kalmak. 


17 Aralık 2010
Kız kafasına hiçbirşey takmıyordu anlardan başka. Anlar geçmiş de değildi gelecekte. Anlar şimdiydi. Şu anda düşündükleri, şu anda hissettikleri. Ama bu sefer -şu anda- içinde bir sabırsızlık ve hatta biraz şişmiş bir hazımsızlık hissediyordu. Boyle, hmmm,  sanki tam olmamış - olgunlaşmamış bir meyve gibiydi ama her ne ise o içindeki hazımsız-şişkinlik veren şey dışarı çıkmak için sabırsızlanıyordu. Oysa dışarı çıkmak geleceğe ait hayaller kurmak istemekti. Şimdinin ötesine fırlayıp gitmekti. Anın dışına çıkmaktı.
Kız içindeki "şey"i bastırıp bir kenara atmaya çabaladı. Bir kenara atmak tıpkı bir pakete koymak ve derin dondurucunun en uzak köşesine terketmek, bir süreliğine unutmak isteği. O huzursuz eden "şey" aklından çıktığında - onu bir an unuttugunda daha bir suskunlaşıyor, suskunluk, denizin suskunluguydu ve huzuru getiriyordu.
karar verdi. henüz olgunlaşmadan dışarı çıkmak isteyen "şey" aklına geldikçe hemen derinlerdeki donmuş şeyi düşünüyor.
Kevser Barselona'dan bildiriyor. Geçtiğimiz yıllarda İngiltere'de, gectiğimiz ay Danimarka'da şimdi de Barselona'da gördüğüm, görüp te hayran kaldığım şey "geridönüşüm". Tek bir plastik kabın, kağıdın ihmal edilmediğine, değerlendirildiğine şahit oldukça Türkiyemin hallerine üzülüyorum. Sokakta yatan servetin, elden giden kaynakların, bu kadar savurganca yaşamanın sonuna takılıyor aklım. Çöp toplayıcıların uğramadığı sokağımda çöplerimi nasıl ayrıştırıp nereye koyabilirim diye düşünüyorum. Danimarka'da bir slogan vardı. GERİDÖNÜŞÜM ya da ÖLÜM. İş bu kadar ciddi. Doğanın kaynakları sonsuzmuş gibi görünüyor.İnsanın sonsuz arzuları karşısında nereye kadar dayanbilir ki? 


1 Aralık 2010
Az sonra yola çıkıyorum. Güzergah Uskudar, Kabataş, Metro, Havalimanı. Saat 12:30 da orada olmayı planlıyorum. Giderken yine saga sola bakarken vitrinler gözüme çarpacak ve ben diyeceğim ki, Türkiye Tekstil sektörünün - iç pazardaki müşterisi kim. Ben hergün sokakta sürekli 90-60-90 hatunlarla karşılaşmıyorum. Siz karşılaşıyor musunuz? neden butun elbiselerde bedenler 38 ve altı olur vitrinlerde, neden hepimiz zayıf olmak zorundayız, neden bu elbiseler bana hep kotu bir duygu hissettirir :) daha zayıf daha zeki daha hırslı daha kariyerli daha güzel daha daha daha... söylemek isterim. Bu dayatmanın sonu yok. İsyan bayraklarını çekin..
29 Kasım 2010
Bu sabah, her sabahki gibi içi sıkılarak uyandı kadın. Yatağında bir saga bir sola dönüp en rahat pozisyonu bulmayı denedi ki bu en huzurlu olduğu şekli bulmak çabasıydı aslında.Yumuşacık yorganın altına gömdü kafasını.. aklı yine karışıktı. Aklından kaçmak sığınmak istedi başka akıllara. Aklından kaçamayacağının aklına gelmesiyle, düşündüklerini değiştirme yolna gitti. Yok yok olmayacak, en iyisi kalkmak ve birşeylerle uğraşmak. 

Birbirinin aynı bir gün bir daha başlıyordu. az sonra kalkıp şekerparesine günaydın dedi (günlük ve geçici bir fark-şekerpare 2-3 haftada bir gelir ona. Hızlı su ısıtma aletine bir kahve suyu koydu. Açıp haberlerde canımm Haydarpaşanın nasıl yandığını içi yanarak izledi. Günün olmasa da günün gündeminin diğer farkı bu büyük yangındı. Gözlerinden 2 damla yaş döküldü, gizledi. 

Hemen düşüncelerine müdahele edip taktı..Televizyonların bu denli gürültülü yayın yaptığına. Sesi kısmak değil, görüntü de gürültülüydü, gözleri takip edemedi görüntülerin ve sesin hızını..

televizyonu kapattı. askıdan montunu aldı, şapkasını giydi. demir parmaklılı pencereden havayı kokladı. sokağa çıktı. önce sola sonra sağa döndü.gitti.

28 Kasım 2010
Erkekler neden tuvaletten çıktıktan sonra klozet kapağını normal halinde bırakmazlar?

26 Kasım 2010
Bugün kendime taktım. Her  sabah 7:30'da uyanıp, ne giyeceğimin hesabını yaparken biraz haber izlemek, aburcubur bir kahvaltı koşturmasının ardından ilk bulduğumu üzerime geçirip sokağa fırlamak. Otobüse yetişmek, boş yer varsa oturmak ve okumak, yoksa ayakta kalmak ve aynı manzaraya 3000inci kez bakmak, motora binerken balıkları görebilir miyim diye denize bakmak, denizin rengini kontrol edip oradan kendime bir mutluluk payı çıkarmak çabası, sonra koşa koşa finiküler ve Taksim Meydanı.. İstiklal'de yürürken başka bir ayrıntı keşfederbilir miyim diye binalara, dükkanlara, insanlara yeniden yeniden bakışım.Sonrası malum.. Hayat Üsküdar İstiklal hattında çok sıkıcı, Kevserrrrrrrrrrrr.....
25 Kasım 2010
Bugunku takıntım sabah ineceği durağı kaçırmak üzere olan kadının aceleyle şöföre "Ay kapıyı açar mısınız?" demesi üzerine şöförün "uyumayın be kardeşim uyumayın ya sizin yüzünüzden.... " cümlesiyle başlayan uzun söylevi oldu. Öyle uzun bir söylev ki bir an ineceği durağı kaçırmanın gelişmeninin bir göstergesi olduğunu sanabilirdiniz. Bu memleket bu nedenle gelişmiyormuş. Hay Allahım..

24 Kasım 2010
Bu sabah işe gelirken beni rahatsız eden birinci şey, karşıdan karşıya geçmek oldu. Yaya geçidinde, karşıdan karşıya geçerken neden arabalar durup da hakkım olan geçiş önceliğini bana vermez..Cevabı olan var mı?

İkinci takıntım da Metronun Taksim girişinde merdivenlerin birinci aşamada :) neden sağdan verilip, yürüyen merdivenlerin olduğu  ikinci aşamada sola verildiği? Kalabalığı yara yara sola geçme çabamın "yetkililerce" gerekçesi..  Aynı şekilde metrodan Taksim Meydanı'na çıkarken alışkanlık  ve kural gereği sağa yönelen ayaklarımı neden hergün yeniden ve yeniden sola cevirmek zorunda bırakılışım? Bu yerin inşaatinin kime yapıldığını hergün sorgulamam ve bir yanıt bulamayışım.. bilen var mı?

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı